Sevgili okuyucu,
İnsanlar uzunca bir süredir, yeni genç yetişkin üçlememin ilk kitabı olan Açlık Oy unları'nı yazmaya nasıl başladığımı merak ediyorlar. Sanırım bunun en önemli nedeni, bu kitabın, orta öğretim seviyesindeki okuyucular için kaleme aldığım Gregor the Overlander serisinden çok farklı olması.
Açlık Oyunları'na ilham veren asıl öğeyi tayin etmek gerçekten çok güç. Sanırım ilk tohumlar, sekiz yaşında mitoloji saplantılı bir çocuk olarak, Theseus'un hikayesini okuduğum günlerde atılmıştı. Mitolojiye göre, Atina halkı, geçmiş eylemlerinin cezası olarak, belli aralıklarla, yedi genç kız ve yedi delikanlıyı, Labirent'e kapatılacakları ve canavar Minotor'a yem olacakları Girit'e göndermek zorundaydılar. Sadece bir üçüncü sınıf öğrencisi olmama rağmen, verilen mesajın merhametsizliğini takdir edebilmiş olmalıyım. "Bizimle uğraşırsanız, sizi öldürmekten beter eder; çocuklarınızı öldürürüz."
Bunun dışında, çokça seyrettiğim, Romalıların idamları sosyal bir eğlenceye dönüştürme kabiliyetlerini dramatize eden gladyatör filmleri; askeri uzman olan babamın bizi tatillerde götürdüğü savaş alanları ve lise yıllarımda bir kılıç dövüşü kumpanyasıyla birlikte çıktığım turne bende erken dönemde iz bırakmış birkaç olay olarak sıralanabilir. Ancak Katniss'in hikayesinin zihnimde canlanması, yakın zamanda reality TV programlarıyla gerçek savaş
görüntüleri arasında, kanal kanal gezdiğim döneme rastlıyor.
Belki de birinci tekil şahısla yazdığım için, Katniss kalbime çok ama çok yakın bir karakter oldu. Onun sizin kalplerinize giden yolu da keşfedeceğini umuyorum.
En iyi dileklerimle,
Suzanne Collins.
KISIM I
'HARAÇLAR'
Uyandığımda yatağımın diğer tarafı buz gibiydi. Parmaklarımı uzatıp, Prim'in sıcaklığını arıyorum ama tek bulduğum, yatağın sert kumaşı oluyor. Kötü bir rüya görüp, annemizin yanına tırmanmış olmalı. Tabii ki öyle yapmış. Bu gün, toplama günü.
Dirseğimin üstünde doğruluyorum. Odada onları görmeme yetecek kadar ışık var. Küçük kardeşim Prim, yan yatmış, bacaklarını karnına çekmiş ve sırtını anneme dayamış. Yanaklarını birbirlerine yaslamışlar. Annem uykusunda, olduğundan daha genç görünüyor. Evet, yıpranmış
bir görüntüsü var ama en azından üzerine basılıp geçilmiş gibi durmuyor. Prim'in yüzü, bir yağmur damlası kadar taze, adını aldığı çu-haçiçeği kadar hoş. Bir zamanlar annem de çok güzelmiş. Ya da en azından, öyle söylüyorlar.
Prim'in dizlerinin üstüne, dünyanın en çirkin kedisi tünemiş, ona bekçilik ediyor. Ezik bir burnu var; kulaklarından birinin yarısı yok. Gözleri çürümeye yüz tutmuş balkabağı renginde.
Prim, çamuru andıran sarı tüylerinin o parlak çiçeğe benzediğinde ısrar ederek, kediye Düğün Çiçeği adını vermişti.
0 yorum: